Öz: İnsanoğlu 1800`lü yıllara geldiğinde Dünya üzerindeki en son kıta olan Antarktika`yı keşfe ve detaylı incelemeye başladı. Kıtanın keşfinde farklı milletler rol oynasa da Türk bilim insanları tarihi belgelere baktığımızda özellikle 1900`lü yılların sonlarına doğru diğer ülkelerin bilim seferlerine katılara könemli bilimsel araştırmalar gerçekleştirmiştir. Bunlardan en bilinenleri arasında üç değerli bilim insanımızın isimlerinin Kıta`da belirli bölgelere verilmiş olmasıdır; Karaali Kayalıkları, İnan Tepesi ve Tilav Buzdili.
Öz: Kutup bölgeleri dünyamız için özel, aynı zamanda önemli bölgelerdir. İklimi, coğrafyası, canlıları, kaynakları ile kendine has özellikler barındıran kutuplar, gezegenimizin doğal laboratuvarlarıdır. Dünyamızın geleceğini şekillendirecek olan "İklim değişikliği" kavramının izlendiği, zengin mineral ve maden yataklarını barındıran kutup bölgeleri, dünyanın bilimsel, teknolojik, iktisadi ve diplomatik açıdan en önemli odak noktalarıdır.Türk bilim insanları Antarktika kıtasında 1967 yılından beri araştırmalar yapmaktadır. Arktik`teki ilk faaliyetlerin ise 1528`de Osmanlı döneminde başladığı bilinmektedir. 1513 tarihli Piri Reis`in dünya haritasında, Antarktika`ya en yakın bölge olan ve Güney Amerika kıtasının en güneyinde yer alan Ateş Toprakları (Tierra del Fuego) resmedilmiştir. Döneminde bu bölgeye ait tek haritayı çizen Piri Reis 1528 tarihli dünya haritasında, Atlantik Okyanusu`nun kuzeyinde Grönland`ı ve Kanada`nın kuzey doğu kıyılarını da göstermiştir.
Öz: Gezegenimizin, kutup bölgeleri başta olmak üzere permafrost barındıran alanlarında küresel ısınmanın neticesinde meydana gelen hızlı değişiklikler, önemli küresel yansımaları olan oldukça karmaşık jeolojik süreçleri de tetikliyor. Barındırdığı sera gazları ve dahası günümüz dünyasında artık yaşamını sürdürmeyen birçok "donmuş" mikroorganizmadan ötürü, çözülen büyük miktarlardaki permafrostun toplumsal bir tehdide dönüşme potansiyeli ise çeşitli disiplinlerden bilim insanlarının üzerinde hem fikir olduğu konuların başında geliyor. Permafrost konusuna özellikle son yıllarda artan bilimsel ilginin temelinde sosyal ve ekolojik açılardan taşıdığı bu önem yatmakta. Yakın zamanda, iklim değişimi ile permafrost çözülmesi arasındaki etkileşimin, devletlerin ve politika yapıcı çevrelerin gündemlerinde kendine daha çok yer bulacağına da kuşku yok. Yerbilimciler ise permafrost çözülmesinin gezegenimiz açısından olası sonuçlarının neler olabileceğini jeolojik geçmişte meydana gelmiş ve canlılar açısından oldukça dramatik sonuçları olmuş pek çok olayın jeolojik kayıtlarından çıkarsayabiliyorlar.
Öz: Dünyamız tarihi boyunca önemli değişiklikler geçirmiştir, bunlardan, nispeten genç dönemlerindeki, en belirgini ise sıcak-soğuk dönem döngüleridir. Buzul Çağı olarak adlandırdığımız, günümüze göre soğuk dönemlerde, yüzlerce metre kalınlıktaki buzul kütleleri ilerleyerek Kuzey Yarımküre`de önemli alanları örtmüş, günümüzdeki buzul arası dönemlerde de eriyerek Kuzey Kutup Dairesi`nde kalankara alanlarına (Kanada Kuzeyi ve Grönland gibi) çekilmişlerdir. Bu sürecin bir sonucu olarak okyanuslarda deniz seviyesi ~120 m düşmüş ve yer yüzeyi buzullaşan bölgelerde devasa bir yüke maruz kalmıştır. Buzul çağlarındaki bu kütle değişimleri, kabuk üzerindeki yükü artırmış, yerin çekim alanını ve dönüş hızının dahi değişmesiyle sonuçlanmıştır.
Öz: Dünyanın güney yarım küresinde bulunan Antarktika kıtasının yaklaşık %98`i buz örtüsüyle kaplı olup dünyadaki buzulların %90`ı bu kıtada bulunmaktadır (Şekil 1). Kıtanın kıyı bölgelerinde buzdan arınmış alanlar mevcuttur. İç kesimlerde yıl boyunca ortalama sıcaklık -57°C olup, kış mevsimlerinde en düşük sıcaklık -90°Cdir. Kıyı kesimler iç kısımların aksine daha sıcaktır ve kıyı kesimlerde yaz aylarında maksimum sıcaklık -2°C ile -8°C arasında değişir. Antarktika yağış alma özellikleri itibariyle bir çöl olarak değerlendirilmektedir. Kıyı bölgelerinde yıllık ortalama yağış miktarı sadece 166 mm`dir. İç kısımlara doğru gidildiğinde ise yıllık ortalama yağış miktarı daha da azalmaktadır. Soğuk olması nedeniyle de kar kütlesi erimez.
Öz: Dünya`ya her yıl ortalama 10-2000 µm boyutları arasında, 40.000 ton kozmik toz gelmektedir [1,2].Yeryüzüne kadar ulaşabilen, mikroskobik boyuttaki bu tanecikler, "Kozmik Toz", "Mikrometeorit", "Yıldız Tozu" gibi isimler alır (Şekil 1).Mikrometeoritler basit olarak, birkaç yüz mikron boyutlarında, genellikle silikat minerallerinden ve camsı fazlardan bazen de sülfat, sülfit ve metallerden oluşan Dünya dışı malzemeler olarak tanımlanabilir. Bu taneler aynı meteoritlerde olduğu gibi; Ay, Mars ve Asteroit kuşağından gelmektedir. Meteoritlerden farklı olarak ise diğer gezegenlerden ve "Kuyruklu Yıldızlardan da" örnekleri yeryüzüne ulaştırabilmektedir. Mikrometeoritler, hem boyutlarından dolayı, hem daha bol bulunmalarından dolayı hem de kimyasal bileşimlerinin meteoritlerden farklı olması nedeniyle meteoritlerden farklı bir çalışma konusu olarak değerlendirilir.