Öz: Birçok doğal anıt insan faaliyetleri sonucu tahrip oluyor, Tahribatınsonuçları aynı ve sadece etki biçimi farklı, Jeositlere en önemli tehdidin ve tahribatın bizzat yerbilimcilerden gelmesi dikkat çekici ve üzücüdür. Bu sonuç doğal miras konusunda eğitim eksikliğini ortaya koyuyor.
Bütün jeoloji elemanları jeolojik geçmiş için veri oluştursa da bunlardan bazıları, örneğin dinozorların gizemleri günümüz şartları ile tezat oluşturması, doğa tarihi açısından daha fazla bilgi sağlam ası nedeniyle özel dikkat çekerler. Fosil ağaçlarda bunlardan biridir ve yurdumuzda bazı güzel örnekleri bulunmaktadır. Son dönemlerde basında çıkan haberler, araştırıcılar arasındaki değerlendirme farkları fosil ağaçlara ilgiyi artırmıştır. Artan ilgi bir yandan bu doğa tarihi değerlerin tahribine yol açarken, diğer yandan toplumda jeolojiye merakı artırmaktadır. Yerel yönetimlerin kendi bölgelerini "daha özel" kılmak için "canavar" uydurdukları, bölgelerini "cennet" ilan ettikleri düşünülürse, fosil ağaç gibi doğal anıtların varlığı elbette ayrı bir önem arz eder taşır. Bu yazıda asıl mesleği yerbilimi olmayanlara fosil ağaç, jeosit, açık hava m üzesi gibi kavramları tanıtılacaktır. Aşağıda fosil ağaçların görüldüğü yöreler ve buralarda ağaçların nasıl ve neden fosilleştikleri açıklanacaktır. Ancak önce bu ağaçların çok sık bulunmadığını, bulunanların kısa sürede parçalanıp yok olduğunu, jeolojik geçmişi yansıttıkları İçin "belge" özelliğinde olduklarını, belge niteliğini vurgulamak için "jeolojik miras" olarak adlandırdıklarını, fosil ağaçların bol ve genişçe bir alanda görülmeleri durumunda bunların "jeosit" olarak tanımlanacağını ve "jeopark" olarak değerlendirilebileceklerini bilmek gerekir.
Tek başına jeoloji, tek başına arkeoloji yalnızca uzmanların uğraş alanı. Uğraşanların sayıları az veya çok olsa da, bu konulardaki bilgi birikimleri yeterli görülebilir. Zira gerek Jeolojik özellikler, gerekse Arkeoloji konusundaki zenginliklerimiz Ülkemizdeki bilim insanlarımızın birikimleri için sayısız fırsatlar sunar. Bu konuların her birinde yeteri kadar yetişmiş insana da sahiptir. Hatta bu konularda yurdumuz Dünya için bir okul bile olabilir. Ancak iş jeoloji ve arkeolojinin müşterek olduğu noktaya (Jeoarkeolojiye) geldiğinde durum değişiyor. Bu bilim dalı bizde henüz çok yeni ve yeterince tanınmıyor. Henüz bu konularda uzman da yetiştirmiş değiliz. Özellikle jeoarkeolojiyi "popüler yerbilimleri" kapsamında ele aldığımızda bu İhmal daha açık biçimde görülebilmektedir, işte bu ihmalin sonuçlarını biraz olsun hafifletebilecek, jeoloji ile Arkeolojinin ilişkisinin birlikteliğinin çalışılabileceği ender alanlardan birisini tanıtmak istiyoruz, sizlere: Güldere Vadisi arazi görüntüsü ile nefes kesici, jeolojik yapısı ile hayranlık uyandırıcı, arkeolojik yerleşim yeri olması ile şaşırtıcı bir yer. Bu yazıda Güldere Vadisi tanıtılırken popüler yerbilimlerinin toplumsal önemine de değinilecektir.
Alp-Himalaya kıvrım kuşağının Anadolu parçasını oluşturan Toros (Tauras) (Taurus) Dağları adını, astroloji içerİsindeki Boğa Takımyıldızı ile ortak kullanmaktadır. Muhtemelen bu adın kökeninde Avrupa ve Asyada yaygın olarak yaşayan, İri boynuzlara sahip çok güçlü bir boğa türü "Bostaurus" ya da alt türü-ırkı "Bos primigenius taurus" yatmaktadır. Anamur burnundan kuzeye bakılıp Toros dağlarının yükselerek doğuya ve batıya uzanışları İzlenirse Bos taurus boğasının güçlü boynuzlarını anımsattığı ve bu görünüm bir anlamda da ona verilen adın altındaki gizemli benzetişin gücünü anlaşılır kılar,
Onları görenler hayran oldular. Bir aşık gibi bağlanıp, ana şefkatiyle sardılar. Yeri geldiğinde kahramanlar gibi savaştılar uğruna ve belki de ölümlü olmanın acizliğiyle tanrısal b ir dehşet ve saygı duydular o ölümsüz nehirlere.
Da Vinci, çağının en büyük dahisiydi, ressamlığının, heykelciliğinin, mimarlığının ve mühendisliğinin yanı sıra, yaptığı bilimsel araştırmalarıyla da dikkat çekti. Her eserinde bir ayrıntı, her ayrıntıda bir giz, sır olan bir dahi, Her şeyi yapabilme hırsı ve düşünmenin sonsuzluğuna ulaşabilme azmi belki onu bir işi bitirmeden diğer bir işe başlatıyordu, fakat yarım bıraktığı eserler bile bambaşka bir bakış açısı yansıtıyordu.
Günümüz, bilim ve teknolojinin gelişimine paralel olarak, doğanın giderek daha fazla tanındığı ve sırlarının çözüldüğü bir süreci kapsamaktadır. Yerbilimleri yani Jeoloji, yeri tanımanın, gizlerini ortaya çıkarmanın yanı sıra doğadaki var olan kaynakları araştırmak, bulmak ve işletmek sorumluluğuna sahiptir. Fosfatik bileşimli bir yapıya sahip olan konodontlar bu çerçevede son yıllarda önemi iyice anlaşılan ve doğanın gizlerini çözmede bilimsel amaçlı olduğu kadar ekonomik amaçlıda kullanılan bir mikrofosil olarak anlaşılmayı ve daha ayrıntılı çalışılmayı beklemektedir