En kuzeyinden en güneyine, en doğusundan en batısına, deniz düzeyinin altından yüksek dağların zirvelerine kadar, her şekil ve konumda bulunan, farklı renk ve desenlerle bezenmiş mağaraları ile mağara zengini bir ülke; Türkiye.
İnsan ömrüyle kıyaslanamayacak ölçüde uzun, kendilerine özel döngüler içinde on binlerce yılda oluşabilen mağaralar, güneşin uğramadığı mutlak karanlıklarda oluşmuş boş galeriler değildirler.İçleri, hayal gücünün sınırlarını zorlayacak muhteşemlikte desen ve renklerle bezenmiş değişik şekil ve boyutta damlataşlar ile kaplıdır.Mağaralar dışında pek karşılaşılmayan bu çökeller kendi özel gizemli dünyaları içinde durmaksızın değişim gösterirler.
Mağaralar, tarihin birçok döneminde zorlu hava koşullarından korunma alanları, su temin edebileceği alanlar, yiyeceklerin bozulmadan saklanabileceği alanlar ya da ölüleri gömmek için mezar alanları gibi farklı birçok amaçlarla insanlar tarafından kullanılmıştır. Günümüzde de mağaraların turizm, depolama alanı, mantar yetiştiriciliği, içme suyu kaynağı gibi çok çeşitli kullanım alanları bulunmaktadır. Ancak mağaraların diğer birçok canlı tarafından da kullanıldığı, oluşumlarının on binlerce yıl sürdüğü unutulmamalıdır. Bu nedenle mağaralar sahip olduğu kendine özgü özellikleri nedeniyle çok disiplinli bilimsel çalışma yöntemlerine göre araştırılmalıdır.
Geçmiş iklimsel koşulların (paleoiklim) kurgulanmasında ve gelecek için öngörü modellerinin oluşturulmasında kimyasal mağara çökelleri (damlataşlar) güvenilir ve anlaşılabilir kayıtlar ve kanıtlar sunmaktadır.
Gelecekteki depremlerin öngörülebilmesi açısından aletsel dönem öncesinde gerçekleşmiş, günümüzde varlığı bilinmeyen geçmiş depremlerin ne zaman ve ne güçte oluştuklarına yönelik bilgilerin elde edilmesi oldukça önemlidir. Bu kapsamda mağara çökelleri önemli veri kaynakları olabilmektedirler. Mağaralarda, bir dizi çözünme-çökelme sürecine bağlı olarak gelişen damlataşlar gibi kimyasal çökeller ile buzul kazıması ve/veya sellenme sonucu mağara içerisine taşınan kum, kil ve çakıl depoları gibi fiziksel çökeller; bulundukları mağaranın geçmişine dair birçok bilgiyi de içlerinde barındırmaktadır. Mağara içlerinde gelişen dikitlerin kesitlerinde gözlenen mm kalınlıklı laminalı yapıdaki renk,kalınlık ve asimetriklik gibi özellik değişimlerinin mağara dolayındaki tarihsel sismik faaliyetlerden etkilenebildiği gözlenmektedir. Bu nedenle mağara çökellerinden elde edilen verilerin paleosismolojik çalışmalara önemli katkı sağlayabileceği öngörülmektedir.
İlk insanlar, mağaralar ve ilk barınaklar... Bu ilişki insan türünün dünya üzerinde göründüğü ilk andan itibaren başlamış ve milyonlarca yıl sürerek zamanımıza kadar ulaşmıştır. Bu süreçte mağaralar ilk insanların yaşamlarına ilişkin "materyal kültür" belgelerini dolguları içinde koruyarak, sağlam bir şekilde günümüze ulaşmasına katkı sağlamışlardır. İnsanoğlunun yerleşik hayata geçişi sırasında oluşturdukları yuvarlak planlı ilk konut ya da üstü kapalı bir mekan yapma düşüncesinin altında da, uzun süre yaşadıkları mağaraların etkisi büyük olmuştur.
Tarihin bilinen en eski dönemlerinden beri mağaralar, insanlar için ilgi çekici mekanlar olmuşlardır. Bu ilgi, barınma ihtiyacının karşılanmasından sportif keşif tutkusuna kadar geniş bir yelpazede kendi göstermiştir. Modern bilimin hızlı gelişimiyle birlikte mağaralar artık birçok bilim dalının da sorularına yanıt üretir hale gelmiştir. Mağara biyolojisi de bu bilim dalları arasında önemli bir yer alır.